31 Ekim 2012 Çarşamba

DETERMİNİZM


Determinizm, evrende gerçekleşen her olayın maddî veya manevi sebeplerin zorunlu sonucu olarak ortaya çıktığını ileri süren felsefi disiplinin adıdır.
Determinizm iki genel kategoriye ayrılabilir. Birinci grup inanç determinizmidir. Bu görüşte, ilkel şekli ihmal edilirse, dünyadaki her şeyin bir gayesi ve ilahi kudret dahilinde belirlenen bir sonu vardır. Bu determinizmin ilkel şeklini Saint-Augustin ile Dante, çağdaş biçimini ise Hegel savunmuştur. Bu çeşit determinizm, dini konularda fikir yürüten filozofun ortaya attığı görüşleri ihtiva eder. Dünyanın, hayatın ve eşyanın yaratılış sebep, hikmet ve usulleri hakkında Hıristiyanlıkta, Yahudilikte ve İslamiyette başka başka nakil ve izahlar vardır. Bunlardan bilhassa İslamiyetin bildirdiklerinden bir determinist benzerlik çıkarmaya çalışanlar olmuşsa da görünüşte ve asılda böyle bir benzerlik kuramamışlardır. Çünkü determinizm bir felsefi görüştür. Bu felsefi görüşün de aldığı konuların çoğu İslam dininde vahye dayanan itikat konularıdır.

Determinizmin ikinci şekli; mekanistik determinizm olarak da ifade edilebilecek “bilimsel determinizm”dir. Bu görüşte bilimin sınırlı alanda gerçeğin bulunması için belirli tabiat kanunları araç olarak kullanılmak istenmiştir. Ne var ki günümüzde quantum mekaniği, olayların önceden tesbitinin imkansız olduğunu ortaya koyarak, mekanistik determinizm görüşünün yanlışlığını tamamen ortaya koymuştur. Bilimsel determinizm temsilcileri Saint-Simon, Auguste Comte ve Spencer gibi felsefecilerdir.
 
İslâm düşüncesinde illiyyet, Batı düşüncesinde ise causalite kelimeleriyle ifade edilen determinizm, sebep sonuç ilişkisinin zorunlu olduğu fikrine dayanır ve bu konudaki tartışma sebep ve sonuç arasındaki ilişki zorunlu değildir önermesiyle başlar.
Düşünce  tarihinde Aristoteles öncesi  filozoflardan  sebep  sonuç arasında zorunlu bir bağ olduğunu ileri süren ilk filozof Demokritos olmuştur. Daha sonra kainatın “arkhe” si üzerinde araştırma yapan ve maddi sebep üzerinde duran Miletli filozoflar, evrenin hareket ettirici sebebi olarak sevgi ve nefreti kabul eden ve fail sebep üzerinde yoğunlaşan Empedokles, formel sebep üzerinde duran Pisagor ve Eflatun gibi kendinden önceki filozofları varoluşta tek sebep kabul ettiklerinden dolayı eleştiren Aristoteles, alemdeki olayların maddî, formel, etken ve gaye olmak üzere dört sebeple meydana geldiğini ileri sürmüştür. Ona göre örneğin, heykelin maddî sebebi tunç, formel sebebi şekli, etken sebebi heykeltraş, gaye sebebi ise heykelin yapılış amacıdır. Bunun yanında tabiattaki varlıkların yakın ve uzak sebepleri vardır. 
İslam düşüncesinde  ise üç tür nedensellik fikri vardır. Birincisi, olaylar üzerinde hiçbir maddî nedenin olmadığını onları meydana getiren nedenin doğrudan doğruya ilahi irade ve kudret olduğunu söyleyen Cebriye mezhebinin görüşüdür.  İkincisi,  Eş’ariye, Maturidiye ve mutezile âlimlerinin tamamı ile Mutezile âlimlerinin görüşüdür. Onlara göre eşya ve olaylar üzerinde görünürde etkili olan bir neden sonuç ilişkisi vardır. Fakat bu ilişki zorunlu değil, âdettir. Buna göre bazen görünürde bir sebep olduğu halde sonuç meydana gelmeyebilir ya da görünürde bir sebep olmadığı halde sonuç meydana gelebilir.

FARKLI KİŞİLER TARAFINDAN DETERMİNİZM

PLATON


Platon felsefesi, akılcılık ve spiritüalizmin temalarından esinlenerek bu iki felsefe akımının bir tür bileşimini oluşturmuştur. Gerçeği araştırmak için Sokrates'in soru yanıt yöntemini felsefenin bütün alanlarına yayan Platon'a göre, anlaşılabilir bir dünyada idealar, gerçek varlığı oluşturur; sezgilenen her şey, bu ideaların birer eksik ve değişken yansımasıdır.

Platon, gerçekliği iki bölüme ayırmıştır. Birinci bölüm, duyular dünyasıdır. Bu dünya hakkındaki yaklaşık ve mükemmel olmayan bilgilerimizi, beş duyumuzu kullanarak edinebiliriz. Duyular dünyasındaki her şey için "her şeyin değiştiği" ve hiç bir şeyin sonsuza dek var olmadığı gerçeği geçerlidir. Duyular dünyasında hiç bir şey var değildir; burada bir şeyler ortaya çıkar ve sonra ortadan kaybolur. İkinci bölüm idealar dünyasıdır. Aklımızı kullanarak bu dünya hakkında kesin bilgilere ulaşabiliriz. İdealar dünyası, duyularla algılanamaz. Buna karşılık idealar (ya da biçimler) mutlak ve değişmezdir.

Platon, insanların ikiye ayrılmış yaratıklar olduğunu düşünür. "Değişen" bir vücudumuz vardır. Vücudumuz, duyular dünyasına bağımlıdır ve bu dünyadaki diğer şeylerin kaderini paylaşır. Tüm duyularımız vücudumuza bağlıdır ve dolayısıyla güvenilmezdir. Ancak bizim bir de ölümsüz bir ruhumuz vardır ki bu ruh, aklın yuvasıdır. Ruh, maddesel olmadığı için idealar dünyasına girebilir. Platon daha da ileriye giderek, ruhun bir vücuda yerleşmeden önce de var olduğunu ve ruhun önce idealar dünyasında var olduğunu söylüyordu.

DEMOKRİTOS


Demokritos için, atom teorisinin öncüsüdür denebilir. Demokritos'a göre atomların devinimlerinin ardında hiçbir bilinçli "amaç" yoktur. Doğa, tamamen mekanik bir şeydir. Bu her şeyin "rastlantısal" bir biçimde oluştuğu anlamına gelmez, çünkü her şey doğanın değişmez yasalarını izler.

Demokritos, olup biten her şeyin ardında bir doğallık, bir neden olduğunu ileri sürüyordu. Bir keresinde de, Pers ülkesine kral olmaktansa böyle bir doğal neden keşfetmiş olmayı yeğlediğini söylemişti.

Demokritos'a göre atom teorisi algılarımızı da açıklayabiliyordu. Ona göre algılayışımızın nedeni, atomların boşlukta hareket edişleriydi. Ay'ı görmemizin nedeni "Ay'ın atomlarının" gözümüze girmesiydi.

Demokritos, insanlık tarihinin başlangıcını merak etmiş ve insanların önceleri hayvanlarınkine benzer bir yaşam sürdüklerini ileri sürmüştür. Ona göre akıllı bir yaratık olan insanı, buluşlara yönelten zorunluluklardır ve insanlar "ilerleme" sonucu "kültür"e sahip olmuştur.

FARABİ


Fârâbî’ye göre de bütün âlem zorunlu bir sebeplilik zinciri ile ilk sebepten sudûr etmiştir. Sudur teorisi Fârâbî’nin sebeplilik hakkındaki düşüncelerinin temelini oluşturur. Sudûr  teorisine göre her  şeyin  ilk  sebebi es-sebebü’l evvel olan Tanrı’dır. Ondan  ikinci derecede gök cisimlerinin akılları sudûr etmiştir. Akıllar aracı sebeplerdir ve İslâmî terminolojide melek kavramına karşılık gelir. Sudûr süreci zorunlu bir sebeplilik  fikrine dayandığı ve  ilahi  iradenin geri plana  itildiği hissini verdiği  için eleştirilmiştir. Örneğin Gazâlî’ye göre sebep sonuç arasındaki zorunluluk fikri âlemin Allah tarafından yaratıldığı inancıyla çelişmektedir. Ancak Fârâbî’nin sudûr teorisinde düşünmek ya da bilmek yaratmak demektir. Tanrı’nın yaratması ne bizim kine benzer bir iradeyle ne de O’nun rızasının dışında meydana gelmiştir. Dolayısıyla Fârâbî’ye göre fizik dünyada asla kesintiye uğramayan bir determinizm anlayışı yoktur. O, evrendeki olayların bir kısmının ateşin sıcaklığının olması gibi nedenli, bir kısmının ise rastlantısal olduğunu söylemektedir. Fârâbî’ye göre ateşin yakıcılığı, buzun soğutması, suyun ıslaklığı değişmeyen bir sebep sonuç ilişkisi değil, çoğunlukla mümkün olan durumlardır. Bazı faktörler sebep ve sonuç arasındaki bağı zorunlu olmaktan çıkartır. Ayrıca tesadüf olduğu düşünülen olaylar sebebi bilinmeyen durumlardır. Zaten bazı olayların sebebinin bilinmemesi de insanların iyiliğine olur. Çünkü her şeyin şu anki sebeplere bakılarak her olayın gelecekteki  sonucu  tahmin edilebilseydi  insanlarda aşırı  stres ya da aşırı beklenti olurdu bu durum insanların hayatında olumsuz bir şeye sebep olurdu. Bu yüzden sebepleri bilinmeyen hadiselerin meydana gelmesi âlemin düzeni için gereklidir.

İBN SİNA


Bu konuda İbn Sina’nın düşünceleri büyük ölçüde Fârâbî’nin düşünceleri ile benzerlik arz eder. Varlığı vacip, mümkün ve mümteni olarak üçe ayıran İbn Sina’ya göre Tanrı, var olmak  için bir  sebebe  ihtiyaç duymayan zorunlu varlıktır. Varlığı bir  sebeple oluşan mümkün varlıklardaki sebeplilik zinciri sebeplerin sebebi olan Tanrı’da son bulur. Sebepli varlıkları oluşturan nedenlerin madde, suret fâil ve gaye sebep dışında olmadığını belirten  İbn Sina,  fizikteki  fâil  sebep  ile metafizikteki  fâil  sebebi birbirinden ayırmıştır. Ona göre  fizikteki  fâil  sebep hareket veren anlamındayken metafizikteki  fâil  sebep aynı zamanda varlık veren durumundadır.

GAZALİ


İbn Sina ve Fârâbî’nin her illetin malûlü ile birlikte bulunması gerektiği fikri Tanrı âlemin sebebi olduğuna göre âlemin ezeliliği fikrine götürdüğü için Gazâlî tarafından eleştirilmiştir. Gazâlî  ayrıca sebeplilik zincirinin Tanrı eliyle koparılması demek olan mucize inancını tehdit ediyor göründüğü için filozofların determinizm anlayışını eleştirmiştir. Ancak o, indeterministlerin dediği gibi evrende hiçbir şeyin belirlenmiş olmadığını, aksine dünyada rastlantı ve özgürlüğün hâkim olduğunu da söylemez. Onun iddiası evrendeki değişim ve dönüşümün imkânıyla ilgilidir. Onun “Allah, muhale mürit değildir” şeklindeki hükmü mutlak anlamda  indeterminizme giden yolu kapatmaktadır. Çünkü muhal bir anlamda  kargaşadır  ve Allah mükemmel  şekilde var ettiği evrende aynı anda hem nizam hem de kargaşa istemez. 
Ona göre determinizm anlayışı Tanrı’nın hür iradesi ve mutlak kudretini sınırlamakta ve mucize anlayışına ters düşmektedir. Bu konuda tamamen indeterminist ve vesileci bir düşünceye sahip gibi görünen Gazâlî’ye göre sebep ve sonucun birinin varlığı diğerini zorunlu kılmadığı gibi, yokluğu da diğerinin yokluğunu gerektirmez. Bunun böyle olması ya da olmaması imkân dâhilindedir. Biri  olmadan  diğerinin  olması  ancak Tanrı’nın kudret ve takdiri neticesinde olur. Ona göre sebep ve sonuç arasındaki ilişki zorunlu değildir. Örneğin, su içmekle susuzluğu gidermek yemek ile doymak, ateş ile yanmak ve başın kesilmesi ile ölmek arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Eğer Allah dilerse ateş pamuğu yakmayabilir. Çünkü gerçek fail ateş değildir. Ateş, cansızdır ve bu sebeple herhangi bir şeye sebep olacağı düşünülemez. Çocuğun gerçek fâilinin baba olmadığı gibi ateş de yanma olayının gerçek  fâili değildir. Pamukta  siyahlık yaratmak, parçalamak ve yanmış bir kül haline getirmek Allah’ın işidir. Yanma  işinde ateşin fâil olduğunun delili yoktur. Filozofların kanıtı, pamuğun ateşin yanında bulunduğunda her zaman yanmanın meydana geldiğini gözlemlemeleridir. Ancak bu gözlem yalnızca pamuğun ateşin yanında yandığını gösterir, yanmanın sebebinin ateş olduğunu göstermez. Dolayısıyla gözlemle elde edilen sonuçlar zorunlu değil, zannî sonuçlardır. 
Gazzalî, evrendeki olayların gerçek sebebinin Allah olduğunu söyler ve bunu bir takım örneklerle açıklar. Ona göre dışarıdan bir saate bakan kişi vakitleri bildiren gerçek fâilin akrep yelkovan ve sayılardan oluşan bir sistem olduğunu zanneder, bu konuda biraz daha düşünen kişi saati çalıştıran mekanizmayı görür  ve  gerçek  fâilin  o  olduğunu zanneder, üçüncü aşamada bu mekanizmayı yapan tasarlayan kişinin gerçek fâil olduğunu anlar. Gazzalî, evreni bir saat gibi düşünmekte ve onun üzerinden gerçek fâili ortaya koymaya çalışmaktadır. Ona göre Allah, evreni matematiksel  ölçülerle  yaratmıştır. Evrenin hareketlerinde matematiksel bir işleyiş vardır, evren saat gibi çalışmaktadır bu anlamda evren belirlenmiştir ve bu durum Kur’ân’daki ayetlerle de açıklanmaktadır. Burada insana düşen sebep ve sonuç şeklinde meydana gelen olayların arkasındaki gerçek fâili bulmasıdır. Allah ona göre filozofların iddia ettiği gibi sebeplilik zorunluluğu ile değil, iradeyle hareket eder. Allah’ın bazı durumlarda yanmayı meydana getirmesi bazılarında getirmemesi mantıken mümkündür. Örneğin, biz geride bir kitap bırakabilir ve eve döndüğümüzde kitabın bir çocuğa ya da hayvana dönüştüğünü ya da çocuğun bir köpeğe vs.’ye dönüştüğünü görebiliriz. Allah, sebeplilik ve başka herhangi bir düzene bağlı olmaması sebebiyle dilediğini dilediği herhangi bir yolla yapabilir.
Gazzalî’ye göre sebep ve sonuçlar arasındaki süreklilik bizim zihnimizde bir alışkanlık yaratır. Bu nedenle biz aracı  sebebi gerçek  sebepmiş gibi düşünebiliriz. Oysa Tanrı bu âdetin dışına çıktığı zaman bu şeylerin olmayacağına dair  bilgiyi  insanların zihninden kaldırır, bunu yaratmaz (daha doğrusu bunların olmasına dair bir bilgi yaratır) böyle bir şey olanaklı olsa bile bunu yaratmayacağı Tanrı’nın geçmiş bilgisinde bulunmaktadır ve bunu yaratmayacağının bilgisini de yaratmıştır. Gazzalî’ye  göre, Kur’ân’da anlatılan İsa’nın ölüyü diriltmesi, Musa’nın değneği yılana çevirmesi gibi mucizeler tamamen mantıkî bir şekilde izah edilebilir. Örneğin, bir peygamber büyük bir ateşe atıldığı zaman ya Tanrı’nın ateşin niteliğini değiştirmesiyle  ya  da  ateşin  fiilini gerçekleştirmesini engelleyen bir sebep yaratmasıyla mucizevî bir şekilde kurtulabilir.